Helenistik – Roma Devri
Urla çok eski bir yerleşim merkezi özelliğindedir. Tarihi M.Ö. 2000 yıllarına kadar uzanır. Urla’nın o devirlerdeki adı Klazomenai’dir. M.Ö. 2000 yıllarının sonlarında Ege göçleri sonucu, Dor’ların orta Avrupa içlerinden aşağıya, Yunanistan’a inmeleri ile Yunanistan’da oturan İon’lar Anadolu’ya geçerek İzmir Körfezi’nden Mandalya Körfezi’ne kadar uzanan bölgede yerleşmişlerdir. O devirlerdeki kargaşadan dolayı Anadolu’ya gelerek yeni kentler kurmuşlar. Hatta Hititler gibi büyük devletler bile bu kargaşadan etkilenmiştir. Bu bölgeye İonia adını vermişler. İon kolonizasyonu olarak adlandırılan bu olay, zamanla yayılmış ve Smynnaa (Eski İzmir) ve Phokaia(Eski Foça) Aiollerin elinden koparılıp alınmış ve birer İon kent devletine dönüştürülmüştür.
Klazomenai antik kentinin kalınrıları Urla’nın İskele mahallesinde bulunmaktadır. Şu anda kazılar halen devam etmektedir. Bir kısmı Karantina Adası üzerinde bulunmaktadır. Çıkarılan önemli kalıntılardan birisi de o devirlerde kullanılan bir zeytinyağı fabrikasıdır. Ağaçlı yolun (Mithat Paşa Caddesi) İskele tarafında batısında bulunmaktadır. Klazomenai M.Ö.188 de, Roma’nın Pergamon Krallığı’nın müttefiki olarak yer aldığı, Suriye Krallığı ile yapılan Apemai barışından sonra, Romalı’lar tarafından özgür bırakılan şehirler arasındadır.Ayrıca Drymussa (Uzunada) Adası’da Klazomenai’a eklenmiştir. Arkeolojik bulgular Klazonmenai Kentinde yerleşimin en geç M.S. 5. Y.Y. başlarına kadar devam ettiğini göstermektedir. Bizans döneminde Piskoposluk listesinde adı geçen Klazomenai kentinin bazı arkeolojik deliller işiığında eski kent arazisi içinde kalan ve günümüzde Gülbahçe olarak adlandırılan yerde bulunmaktadır.
Helenistik-Roma döneminde anakara boşaltılmış ve Karantina Adası’ndaki yerleşim önem kazanmıştır. Karantina Adası’nın doğu kıyısındaki modern plajın içerisinde Helenistik-Roma dönemi villaların duvarları ve deniz içindeki temelleri gözlenebilmektedir. Adanın kuzeyindeki tepenin en yüksek noktasında bir tapınak bulunmaktadır. Bu tapınağın terasının kuzeyindeki bir yığıntıdan Arkaik dönem oturan kadın heykelciklerinin Helenistik dönem kopyaları elde edilmiştir.
Karantina Adası’nda çıkarılan çeşitli arkeolojik eserlerden yerleşimin M.S. 5. Y.Y.’a kadar devam ettiğini göstermiştir.
Türk Devri
Türkler 1071 Malazgirt Savaşından sonra Anadolu’ya daha sistemli bir şekilde yerleşmeye başlamışlardır. Kendi Türk-İslam kültürlerini Anadolu’da yerleştirmiş ve karşılıklı kültür alışverişiyle Anadolu uygarlığı ortaya çıkmıştır. Bu şekilde Anadolu’da ilk büyük Türk Devleti Anadolu Selçukluları olmuştur.
Türklerin Ege Denizine ve İzmir’e ulaşması 1080 li yıllarda Çaka Bey tarafından gerçekleştirilmiştir. İzmir artık bir Bizans şehiri değil bir Türk şehri olmuştur. Çaka Bey Türklerin ilk donanmasını da kurmuştur. Bu sayede kıyı şehirlerini de ele geçirmiştir. Bu şehirler arasında Klazomenai’de vardır. Çaka Bey’in kurduğu beylik kendi ölümüyle birlikte dağılmıştır. Bu tarşhten sonra iki yüzyıl kadar Batı Anadolu’da Türk – Bizans mücadelesi olmuştur.
1243 yılında Anadolu’ giren Baycu Noyan komutasındaki Moğollar Anadolu Selçuklular’ın zayıflamasına sebep olmuştur. Anadolu Selçuklular’ın 1308 yılında yıkılmasıyla Anadolu’da beylikler dönemi başlamıştır.Bu beyliklerden Aydınoğulları Beyliği Batı Anadolu’da kurulmuştur. Aydınoğulları Beyliği 1308 yılında Germiyanoğulları Beyliği Subaşısı Aydınoğlu Mehmet Bey tarafından kurulmuştur. 1330 yıllarında İzmir ve Urla’yı topraklarına katmıştır. Bu Aydınoğlu Umur Bey ve İbrahim Bahadır Bey tarafından gerçekleştirilmiştir. Aydınoğulları sahilden 4 km içeride yeni bir yerleşim yeri kurmuşlardır. XIV. Y.Y. sonlarına ait bulunan eski kayıtlarda Urla’dan Karye Pazarı olarak bahsetmektedir. Urla ilk kurulduğu yıllardan itibaren bir pazar yeri olma özelliğindedir. Bunda liman ve Çeşme’nin ticaret merkezi olması etken olmuştur.
1390 yılında Osmanlılar’ın eline geçmiştir. Yıldırım Bayezid’in Timur’a karşı Ankara savaşını kaybetmesiyle tekrar el değiştirmiş ancak Anadolu Beylikleri 1425-1426 yıllarında II. Murat tarafından ortadan kaldırılmıştır. Bu dönemlerde Urla ticaret alanında hızla gelişmiştir. Urla’da 200 kadar dükkan bulunduğu anlaşılmaktadır.
1520-1540 yıllarında Urla’da 2000 vergi mükellefi bulunmaktadır. Urla’da bulunan dükkanların ve sekiz köyün geliri 1523’te Kanuni’nin annesi Hayfa Sultan’ın Manisa’da inşa ettiği külliyesine aktarıldığı bilinmektedir.
Tarihi kayıtlardan elde edilen bilgilere göre XVI. Y.Y. başlarında İzmir gümrüğünün geliri 80000 akça, Urla gümrüğünün geliri ise 30000 akça’dır. Bu kayıtlardan İzmir ve Urla iskeleleri sadece Osmanlı limanları arasında ticari etkinliklerde bulundukları anlaşılmaktadır. Bu dönemlerde dış ticari bağlatılarda Çeşme limanı kullanılmaktaydı. Urla’daki deniz ticareti XVI. Y.Y. sonlarında gerilemeye başlamıştır. Ticaret gemileri artık Urla limanına uğramamaktaydı. Bunun en önemli sebebi büyük Türk denizcisi Piri Reis’in dediği gibi bu suların korsan yatağı olmasından kaynaklanmıştır.
Sevr Anlaşmasıyla Urla ve Ege Bölgesi Yunanlılar’a verilmiştir. 18 Mayıs 1919 tarihinde Yunanlılar İzmir’e girerek Urla’yı da işgal etmişlerdir. Ancak Türk Milleti, büyük Kurtuluş Savaşı sonunda tekrar vatan topraklarına katmıştır. 12 Eylül 1922 tarihinde Urla düşman işgalinden kurtarılmıştır.
Görüldüğü gibi Urla tarihte her zaman önemli bir yer tutmuştur. Nitekim her dönemden eserler Urla’nın çeşitli yerlerinde mevcuttur. Osmanlı döneminden kalan Camiler, hamamlar, kervansaraylar Urla’da halen mevcut bulunmaktadır. Ancak maalesef bizler bu eserleri yeterince koruyamamışız. Hemen hemen hepsi şu anda viranelik halindedirler. Halkımız bu tarihi eserlerin değerini bilmemektedir. Konuyla ilgili resmi kurumlar ise bürokratik işlemler arasında kaybolmuş vaziyette hiç bir modern koruma yöntemini uygulamamaktadır. Koruma olarak orayı SİT ilan edip kendi haline bırakmayı anlamaktadırlar. Ne bir restorasyon çalışması yapılmakta ne de bu yönde halk yönlendirilmektedir. Temennimiz Batı ülkelerinde uygulanan tarihi eserleri koruma ve restorasyon çalışmalarının hemen başlanmasıdır. Bu konudaki bürokratik engellerin kaldırılmasıdır.
URLA YARIMADASI : Kısa ve kalın saplı bir çekici andıran, kıyıları çok girintili – çıkıntılı ve adalı bir yarımada İzmir körfezinin sert bir dirsekle birbirine bağlanan iki parçasını açık denizden ayırır. Yarımadanın relyefi çok parçalıdır : genellikle çukur alanlar, basık eşikler, kısmen de koylarla birbirinden N-S doğrultulu dağlık alanlardan meydana gelir. Bu yarımadanın tümüne 1. Coğrafya Kongresi’nden beri Urla yarımadası diyoruz; bu ad yerine kullanılmış olan başka iki adı da, yarımadanın ayrı parçaları için kullanıyoruz : N-S doğrultulu büyük Karaburun yarımadası ile Alaçatı kıstağı ötesinde, Ege bölgesinin batıya doğru en fazla uzanan kesimi olan Çeşme yarımadası. A. Philipson Eritre yarımadası adını kullanmıştı (Karaburun yarımadasının orta kesiminin batı kıyısında yer alan antik Eryhrai şehrinin adından). Urla yarımadası doğuda N-S genel doğrultulu bir alçak alan (İzmir içinde denize dökülen Kızılçullu deresi vadisi-Cumaovası-Torbalı) ile Nif dağından ve Boz-dağlardan ayrılır. Bu çukuralan batısında yarımada çoğunlukla II. Zaman şist, kalker ve f üsleri ve temelde meydana çıkan I. zaman (Devon-Karbon) kayaçlarından, yer yer III. zaman andezit-dasit lav ve tüflerinden oluşmuştur. N-S doğrultulu dağlık kütleleri ayıran alçak alanlarda ise Neojen tatlısı göl tortulları ve alüvyonlar bulunur. Cumaovası çukur-alanı doğusunda ise Nif dağının II. zaman kayaçları bir neojen çukuriyle Bozdağlar’ın billûrlu şistlerinden ayrılır. Bu oluşum gösterir ki, aslı ve doğrultuları birbirinden farklı dağlık kütleler ve aralarındaki az-çok-çu-kur alanlar, son yer hareketleri ve kırılmalarla tek bir dağlık yapı görünümü almışlardır. Seismik etkinlikler ve çok sayıda sıcak ve mineralize su kaynakları (örneğin İzmir batısındaki «Agamemnon» kaplıcası, Çeşme ılıcası) yer hareketlerinin son etkilerini yansıtır.
Urla yarımadasının orta kesiminde (Urla dolayları) oldukça alçak bir görünüş vardır; fakat buradan doğuya doğru yükselti 800 m. yi hatta kuzeydoğuda 1.000 m yi aşar: Kızıldağ (1.040 m). Bu dağın İzmir körfezi kıyısına inen dik yamaçları üzerine İzmir’in siluetine özellik veren tepeler yükselir: Çatal dağ, batı haritalarında «Üçkızkardeş» ve «İki kardeş» gibi adlar bu bakımdan anlam taşır.
Urla yarımadasının alçak kesimlerinde Akdaniz makisi, bunun arasında yer yer bağlar ve zeytinlikler, yükseklerde de kurakçıl orman (kızılcam) yer alır. Bir zamanlar çok yaygın olan çekirdeksiz üzüm bağları şimdi yeniden gelişiyor. Bununla beraber, Urla kesimi gibi alanlar dışında tarıma ayrılabilecek yerler sınırlı, nüfus ta azdır. Yalnız İzmir körfezinin güney kıyısı boyunda oturma banliyölerinin buraya doğru yayılmakta olduğu görülmektedir.
Gerçekte Urla yarımadasının kıyıları, güzel plajları; yazlık kamp yeri olmaya çok elverişli köşeleriyle, Türkiye’nin turizm bakımından en canlı bir kesimi olmaya adaydır. Çeşme’nin nüfusu (1990’da 21.000), yaz aylarında villa ve otellere gelenlerle çoğalır ve 80 Km. lik iyi bir yol da burayı İzmir’e bağlar. Buna karşılık, Karaburun yarımadası çok engebeli (Akdağ 1.200 m. üstünde), henüz sapa ve yol bakımından elverişsiz durumdadır; fakat burada da kalabalık yerlerden hoşlanmayanların beğeneceği çok plajlar vardır. İlçe merkezinin nüfusu ilk defa 1985 te 2000i, 1990’da 3000’i aşabildi (1975 te 1300, 1980 de 1500, 1985’te 2020 1990’da 3.400). Çevresinde ticarî anlamda nergis çiçeği üretimi gelişme yolundadır. Burada Cumhuriyet devrinden önce işletilmeye başlamış cıva madeni yatakları vardır. Yarımadanın güney kesiminde Seferihisar (eskiden Sivri veya Sifri hisar yazılırdı, sonra İç Anadoludaki benzerinden ayrılmak için böyle yazıldı ve bu şekle alışıldı: 11.000 nüf.) önündeki Sığacık limanı, Çeşme koyu gibi Osmanlı devrinde önemli bir deniz üssü meydana getiriyordu, îlkçağ’m ünlü bir sitesi olan Teos bunun yakınında bulunur. İzmir’e en yakın güzel plaj (55 -Km.) bu kesimdedir (İzmir’in yakınındaki Karşıyaka ve İnciraltı plajları çamurlu ve elverişsiz). Güneydoğuda Gümüldür kıyıları da turistik olanaklar bakımından zengin olduğu gibi, burada ihracat konusu da olan Satsuma mandalinası da bol olarak yetiştirilir. Yarımadanın orta kesiminde ve İzmir körfezi kıyısından biraz içeride olan Urla (1990’da 26.6000 nüf.) ise zengin bir tarımsal çevrenin alışveriş merkezi durumundadır (zeytin, tütün, üzüm, sebze).
İZMİR ÇEVRESİ: Urla yarımadası, Nif (Kemalpaşa) dağı, Manisa dağı ve Bozdağlar, İzmir şehrinin yerleştiği alan etrafında alçak eşikler tarafından birbirinden ayrılır. Bunların arasında kalan kesim,. İzmir körfezinin bitim yeri, tabiatın geçmesine kolaylık sağladığı yollarla Gediz, Küçük ve Büyük Menderes vadilerine ve daha ötelere bağlanır. Harita üzerinde yapılacak ilk gözlem, burada büyük bir şehir, birinci sınıftan bir ekonomik merkez, Ege bölgesinin tek önemli limanı olan İzmir’in kurulması etkileyen nedenleri belirtir.
Gözlemlerin ilk ortaya koyduğu bir sonuç, büyük coğrafyacı A. Phi-lippson’un belirtmiş olduğu gibi, İzmir’in büyük bir hinterland (ard-ül-ke) ,a karşılık, oldukça dar bir yakın çevreye sahip oluşudur. Gerçekten de İzmir’in yayıldığı alan her yönden bir takım dağlarla âdeta kuşatılmıştır: şehrin kuzeydoğusunda Manisa dağı, kuzeyinde onun uzantısı olan Yamanlar dağı, doğuda Nif (Kemalpaşa) dağı, güneyde Kızıldağ, batıda, İzmir körfezinin ilk kesimini sınırlayan Karaburun yarımadasının grimavi duvarı yükselir. Ancak şu var ki, bu dağlar arasında geçilmesi kolay alçak eşikler bulunur ve bunlar İzmir’in uzak çevreye bağlanmasını sağlar: doğuda Belkahve gediği, Manisa dağı üzerinde Sabuncu beli, Yamanlar ve Dumanlı dağlar arasında demiryolunun geçtiği Menemen boğazı ve nihayet güneyde şehrin yaslandığı Kadefetepe’nin doğu kenarını yararak körfezin bitimine inen Kızılçullu deresi (eski adı: Meles) vadisini izleyerek 130 m. lik az belirli bir eşikten geçilen Cuma-ovası çanağı (sularını Tahtalı çayı boğazı ve Gümüldür deresi ile güneyde Ege denizine yollar) ve bu çanaktan, hemen hemen kesintisiz geçilen Torbalı ovası (Küçük Mendares vadisi).
Yakın çevrenin dar oluşu büyük bir şehir kurulması için faydalı olmuş, böylelikle tabiat İzmir limanının kurulacağı yeri, öteki Ege limanları gibi, büyük akarsuların getirdiği alüvyonlarla dolmak tehlikesinden korumuş, nüfusu yüzbinleri aşacak bir şehrin sağlığını bozacak geniş bataklıklar meydana gelmesini önlemiştir. İzmir körfezinin bu bitimine yalnız Bornova ovasının sularını toplayan dereyle yukarıda adı geçen Kızılçullu deresi dökülür. Ovanın güney kesiminde bir de suyu bol Hal-kapınarkağnağı vardır ki, bunun önünde meydana gelen bataklık son yıllarda zararsız hale getirilmiştir. Kızılçullu deresinin körfez bitimine yaydığı üçgen biçimli delta Alsancak’ta kuzeye doğru ilerler ki bunun doğusunda kalan koy şimdi İzmir’in ticaret limanı olarak donatılmıştır. Şehrin en geniş kısmı bu deltanın batı yarısına yerleşmiş, buradan da batıya doğru kıyı boyundan Kadife tepe (eski Pagos, 186 m.) ile deniz arasında git gide darlaşan bir şerit halinde uzanmış, orta kesiminde dalgakıranla korunmuş eski liman, bunun hemen gerisinde tütün, üzüm, incir v.b. tarımsal ürünlerin işlendiği atelyeler ve çarşı, daha batıda hükümet semti (şimdi bir meydan halinde) ötesinde eskiden evlerin deniz kıyısından başladığı şimdi de bir kıyı yolunun boyladığı semtler (Karan-tina-Göztepe-Güzelyalı) ve yeni eklentiler yer almakta ve İnciraltı plaj semtine kadar uzanmaktadır. Kızılçullu deresi deltasının doğu kısmı önceleri hemen hemen boşken sonraları daha çok endüstri kurumları ve kısmen oturma semtleriyle kaplanmış ve şehir son yıllarda ovanın güney kenarındaki köylerin yerini de kaplamış, buna yamaçlar üzerinde düzensiz yerleşmeler eklenmiştir. Bütün bu kesimler asıl İzmir’i meydana getirir. Ötedenberi İzmir’in en önemli oturma banliyösü kuzeyde, asıl şehirden Körfezin 2 km.’yi aşan bir genişliğiyle ayrılmış Karşıyaka tarafından meydana getirilir. Önceleri kıyının dar bir şeridi üzerinde yer almış olan Karşıyaka her yönde genişlemiş Yamanlar dağı yamacına dayanmış, körfezin doğu kıyısındaki daha ziyade endüstriyel banliyöye (Turan-Bayraklı) bitişmiş, yalnız batıda eski Gediz ağzındaki bataklıklar önünde duraklamıştır. Bugünkü İzmir böylece, Karşıyaka’nın batısıyla (Bostanlı) asıl İzmir banliyölerinin batı ucu arasında körfezin güney kıyısı boyunda uzunluğu 30 Km.’yi geçen eğri bir şerit, bir hilâl meydana getirmektedir.
Fakat bugünkü İzmir yalnız bu şeritten ibaret değildir. Körfezin doğu uzantısı olan ovanın kuzey kenarında, Manisa dağından inen yolun ovaya çıktığı yerde B o r n o v va , güneyde Kızılçullu vadisi boyunca yeralan semtler, doğuda bir vadi ağzına yerleşmiş Buca ve daha güneyde Seydiköy-Gaziemir öteden beri önemli olan, son devrede ise çok büyüyüp gelişen banliyölerdir ki vaktiyle buraları trenle gidilen ayrı semtlerken şimdi Büyük İzmir yerleşme alanı içine girmiş, ayni zamanda, ne yazık ki, aradaki boşluklar ve belli bir eğime kadar yamaçlar gecekondu yapılarıyla kaplanmıştır.
İzmir’in geçmişi ilkçağın derinliklerine kadar çıkar. Körfezin bitiminde, yerleşmeye elverişli bir yerde, en eski kurulmuş beldenin nerede olduğunu ve ne zaman kurulmuş bulunduğunu bilemiyoruz. Fakat Smyrna adıyla tarih sahnesine çıkan şehrin İyonya göçleriyle ilgili olarak M.Ö. XI. yüzyılda kurulmuş olduğu tahmin ediliyor. Smyrna’yı anlatıldığına göre Efesliler kurdular ve ona ad verdiler. Sonradan P a l a i a S m y r n a (Eski İzmir) denilecek olan Smyrna, ilk olarak körfezin kuzeydoğu kenarında, Yamanlar dağının güney eteğinde, Bayraklı ile Bornova arasında, o zaman deniz kıyısında bulunan bir tepe üzerinde kurulmuştu. M.Ö. VII. yüzyılda Lidya egemenliğine geçen Smyrna, ertesi yüzyıl (M.Ö. IV) Perslerin istilâsına uğradı; harap oldu. Tekrar kurulurken de artık alüvyon birikmesiyle kıyıdan uzak kalmış eski yerine dönmedi. Bu ikinci kuruluş (Büyük İskender’in gördüğü bir rüya efsanesine dayatılarak) sırasında Smyrna, Lysimakhos tarafından Pagos dağı (Kadife Kale) eteğine yerleştirildi. Smyrna’mn kara içine bir koy gibi giren, önü kuleler arasına gerili zincirle korunan bir iç limanı da vardı (sonradan dolmuş). M.Ö. II. yüzyılda Roma egemenliğine girdi. Bizans devrinde Türklerin eline ilk defa 1076 ya doğru geçtiyse de sonra birkaç defa sahip değiştirdi. 1330’a doğru Aydın oğlu Ömer bey İzmir’e yerleştiyse de 1344’te Rodos Şövalyeleri İzmir’in iki kalesinden kıyıda olanı zapettiler. Türklerin «Gâvur İzmir’i» dedikleri bu kale 60 yıla yakın onların elinde kaldı ve 1403’te Timur tarafından geri alındı. Osmanlı egemenliği İzmir’de 1424’te kesin olarak kuruldu. Anadolu’nun Ege kıyılarının tek önemli limanı olarak gelişti. Memleket içinden gelen mallar, buradan Avrupanın Akdeniz memleketlerine, Hollanda ve İngiltereye… giderdi. Vakit vakit depremler ve yangınlar ile veba ve kolera gibi hastalıklardan zarara uğraması, gelişmesini önlemedi. XVII. yüzyılda da nüfusu belki 30 bini bulmuştu. XIX. yüzyılın ikinci yarısında İzmir, Konak’la Alsancak arasında rıhtıma kavuştu, Konak önündeki liman alanı mendireklerle korundu. İzmir (Basmahane)-Manisa-Kasaba (Turgutlu) ve İzmir (Alsancak) -Aydın demiryolları yapıldı, kentin nüfusu 100 bini aştı. Birinci Dünya Savaşma yakın yıllarda İzmir nüfusu 250.000 hatta 300.000 tahmin ediliyordu. Bunun yarısı Türklerden, geri kalan azınlık ve yabancılardan oluşmuştu. 15 mayıs 1919’da Yunanlılarca işgal edilmesi Anadolu’da son derece büyük bir şok etkisi yaptı ve Millî Mücadele’-nin başlamasına yol açtı. İzmir 9 eylül 1922’de kurtarıldı ve bu sırada şehrin kuzey kısmındaki mahalleler yandı. Sonradan bu mahallerin yerinde modern görünüşlü yenileri yapıldı ve her yıl Uluslararası İzmir Fuarının kurulduğu Kültür Park açıldı. Bugünkü İzmir Kordon’u, modern binaları, otelleri, NATO karargâhı, İkinci Kordon ise bunun gerisinde ticaret evleriyle çok canlı bir yaşama kavuşmuştur. 1927 sayımı İzmir’in nüfusunu 154.000 olarak saptamış, bu nüfus oldukça yavaş bir artışla 1950’de 228.000’e yükselmiş, 1960’da 361’000’e çıkmış, 1965’te 412.000, 1970’te 521.000’e, 1975’te 637.000’e yükselmiştir. Artmaya devam eden nüfus 1980’de 750.000’i aşmış, 1985’te de 1.5 milyona yaklaşmış (1.490.000) 1990’da 1.757.000’i bulmuştur. Bu konuda şunu da hatırlatalım ki, 1945’ten önce İzmir, nüfusu ile İstanbul’dan sonra ikinci gelirken, o tarihte yapılan sayımda ikinciliği Ankara’ya bırakmıştır.
İzmir her şeyden önce Batı Anadolu’da geniş bir alanın ticaret limanıdır. Yalnız Ege ovalarından gelen ürünler değil, İçbatı Anadolu, hatta Göller yöresi ve İç Anadolu’nun komşu kesimleri ihraç mallarını İzmir’e yollarlar. Bu durum, İzmir’in Türkiye ihracatının % 40 ile neden başta geldiğini açıklar. Buna karşılık ithalât alanında İzmir’in payı % 10’u bulmaz ve İzmir; İstanbul, İskenderun ve Mersin limanlarının ardından gelir. İhracat malları, gemilere yüklenmeden önce İzmir atelye-lerinde işlenir. Bu durum İzmir’de dış ticarete bağlı endüstri kurulmasına meydan vermiştir. Şüphesiz işgücü bolluğu ve büyük kentin tüketim faktörü de endüstriyi kamçılamıştır. Böylece İzmir Türkiyenin İs-tanbuldan sonra ikinci önemli ticaret limanı ve ikinci endüstri merkezi durumuna yükselmiştir. I. Dünya savaşına kadar Ege kıyılarında bazı iskeleler (Ayvalık, Dikili, Kuşadası, Güllük ve başka bazı yükleme iskeleleri) İzmir’in ihracat faaliyetlerini az da olsa paylaşıyorlardı. Karayollarının gelişmesi bu iskelelerin önemini hemen bütünüyle ortadan kaldırmış ve ticaret faaliyetleri tekel durumunda İzmir’de toplanmıştır. İzmir’in ihracatı arasında tütün, pamuk, kuru üzüm ve incir, palamut, meyankökü, afyon, baklagiller, tahıl, zeytinyağı, halı, ham madenler yer alır. Eskiden bu malların bir kısmı Basmahane istasyonuna gelir, buradan araba ve deve sırtında kıyıya indirilerek rıhtıma yığılır ve oradan mavnaların aracılığı ile gemilere yükletilirdi. Cumhuriyet devrinde Alsancak ticaret limanının yapılması eski limanın yükünü hafifletti. İzmir limanında sürekli bir canlılık bulunmakla beraber, yaz sonunu izleyen birkaç ay içinde bu canlılık en yüksek düzeyine ulaşmaktadır.
İzmir Ege bölgesinde ekonomik etkinlikleri kendine toplamış görünmekle beraber, son yıllarda çağdaş koşulların ve eğilimlerin etkisiyle yeni endüstri kuruluşlarının kentsel alan dışında yer seçtikleri görülmektedir; buna örnek olarak büyük ve yeniden büyütülme halinde olan İzmir petrol rafinesi’nin kent içinde, ya da yakınında değil Aliağa’da kurulmuş olduğunu hatırlayabiliriz.
İlk defa Cumhuriyet devrinde İzmir, yüzyıllar boyunca yoksun kaldığı kültürel merkez karakterini kazandı. Her basamakta ve çeşitli öğretim kurumları ile beraber, gelişme halinde bir Ege Üniversitesi’ne daha sonra da Dokuzeylül Üniversitesine kavuştu. İzmir konusunu tamamlarken şehrin Ege Bölgesinde turistler tarafından en çok ziyaret olan merkez olduğunu ve bu bakımdan önemli bir turistik üst meydana getirdiğini söylemek yerinde olur